Kızlarıma Mektup

بسم الله ألرحمن ألرحيم 

Kızlarıma,

Benim sevgili kızlarım; Allah, size anne olarak beni seçtiği için çok mutluyum. Bunun üzerine tefekkür etmem bile, kalbimin hızlı atmasına sebep oluyor. Dünyadaki bu kadar insan arasından benim evlatlarım olmanız için sizi seçti. O’nun sizi bana hediye etme sebebinin, size sunabileceklerimden ziyade, her birinizden öğreneceklerim olduğundan eminim.

Herbiriniz kendinize has eşsiz özelliklere sahipsiniz. Birgün bundan bir adım daha ileri gidip, hepinizin o muazzam şahsına munhasır, onur duyduğum ruhlarınıza ayrı ayrı mektuplar yazacağım. O zamana kadar, bu mektup hepiniz için benim sevgili kızlarım…

Babanız ve ben her zaman çok çocuğumuz olsun istedik. Biliyorum bu karar, bazen kendi istediklerinizin olmamasını gerektiriyor. Birbiriniz için fedakarlık yapıyorsunuz, teşekkür ederim. Şahsi ve fiziksel alanlarınızdan feragat ettiğiniz için teşekkür ederim. Sizin için özel olan ve paylaşmak istemeyip, paylaştığınız her şey için teşekkür ederim. Anne babanızla birebir geçirmek istediğiniz daha çok zamanı kardeşlerinizle paylaştığınız için teşekkür ederim. Biliyorum ki bu durumun size zor geldiği, “keşke tek çocuk olsaydım” dediğiniz zamanlar oldu. İnşAllah, hayatta öğreneceğiniz bir çok şeyin ilkini, başkaları ile sevgi, saygı ve merhametle nasıl yaşanacağını bu kalabalık ailemizde öğrenmiş olursunuz. Bunun yanında, gerektiğinde sizin için önemli olan konularda nasıl dimdik duracağınızı; yeri geldiğinde nasıl alttan alacağınızı; başkasının sahip oldukları sizinkinden azsa nasıl paylaşacağınızı ve birileri tarafından yanlışa uğradığınızda nasıl affedici olacağınızı öğreneceksiniz.

Bütün bu duygu ve tecrübeleri yaşarken, hem kendinize hem de karşınızdakine sevgi ve saygıdan kaynaklanan duygu ile yaklaşmanız için Allah’a dua ediyorum. Bir konuda kendiniz için istediğinizi, başkaları için de isteyebilmeyi kalbinize nakış nakış dokuyun. Biribirinize sahip çıkın, birbirinizle mutlu olun. Yalnız kaldığınızda, zorluklarla karşılaştığınızda birbirinize dayanın. Yaşadığım süre boyunca, Allah’tan duam; ne zaman ihtiyacınız olursa kapımı çalabileceğinizi hissetmeniz ve size her zaman kollarım açık beklediğimi bilmenizdir.Fakat birbirinize dayanmanız gereken günler olacak. O günlerde, birbirinize sıkıca tutunun.

Ne kadar zor olursa olsun, hayallerinizin peşinden koşun. Bu hayallere ulaşmaktan uzağa düşerseniz, ayağa kalkın ve daha fazla yakınına gidebilmek için harekete geçin. Emek harcanmayan hiçbir şeyden hayır gelmez. Çalışmaktan, emek harcamaktan korkmayın. Allah’tan yardım dilemenin de bunun bir parçası olduğunu sakın unutmayın ve Allah’tan isteyin… ve sonra çalışmak için sizi motive eden ne varsa yapın. İlham almak, motive olmak için geçmişteki harika rol modellere bakın. Bunu bütün kalbimle inanarak söylüyorum. Tarihimizde çok güçlü ve muazzam müslüman kadınlar var. Onların hikayelerini okuyun. İsimlerini öğrenin. Yaşadıkları zorluklar size güç verecek. Kendi hikayenizi yazmak için bunları kullanın. Alimler, iş kadınları, sanatçılar, doktorlar, sporcular, mucitler, yazarlar… hepsi kısa bir mesafe uzağınızda. Toplumun veya diğerlerinin bakış açılarının hedefinize giden yolu etkilemesine izin vermeyin. İnsanların bu bakışının yanlış olduğunu ispat edin, beklentileri aşın ve isimlerinizi tarih kitaplarına yazdırın.

Allah bize şöyle diyor, ‘Ateş şehvet ve ihtirasla, cennet ise zorluklarla çevrilidir.’ Bu dünyanın parıltısına aldanmayın ve bunun sizin odağınızı dağıtmasına izin vermeyin. Eğlenmeyin, eğlenceli şeyler yapmayın demiyorum… Sadece hayatta olma sebebinizi unutmayın. Bir gün yaratıcınızla buluşacaksınız. Her gece uyumadan önce ve her sabah uyandığınızda bunu hatırlayın. İnananların anneleri; Hatice, Sevde, Ayşe, Hafsa, Zeyneb, Ümmü Seleme, Cevriye, Zeyneb binti Cahş, Ümmü Habibe, Safiye ve Meymune’yi kendinize örnek alın. Bu kişiler hayatımızı nasıl yaşamamız gerektiğini bilmemizde en iyi örneklerden bazılarıdır. Aranızdan ikisinin adını bu kişilerin isimleri arasından seçtik. Diğer ikinizin ismini Kuran’da geçen kadınların adları arasından seçtik. Size güçlü isimleri olan, güçlü kadınların adlarını verdik ve umuyoruz ki bu isimler, onlardan biri olmanız için size ilham kaynağı olur. Bu kadınlar farklı sosyo-kültürel yapılardan geliyorlar, ve hiçbir zaman imanlarını kaybederek Allah yolundan ayrılmadılar. Sizi imanınızdan uzaklaştıracak işlerden uzak durmak için çok çalışın. Bu şeyler tamamiyle geçici, siz sonsuz olanı seçin.

Hedeflerinize giden yolu kaybettiğiniz, unuttuğunuz ve dara düştüğünüz zamanlar olacak. İmanınızın azaldığını düşündüğünüz zamanlar. Bilin ki böyle zamanlarda  Allah kendisine dönmenizi, O’na yönelmenizi bekliyor. Allah her an sizin dönmenizi bekliyor. Asla geri dönülmeyecek kadar çok uzakta değilsiniz. Sizi her zaman çizgide tutacak araç; namazınız. Gününüzü namazlarınıza göre ayarlayın, namazlarınızı gününüze göre değil. Bunu öncelik haline getirin. Asla onu terketmeyin. Bu sizin için en içten duamdır. Allah’ın karşısına çıktığınızda, size namazınız sorulduğunda ‘hepsini, her birini kıldım!’ diyebiliyor olabileceğinizi düşünüyorum ve bu beni inanılmaz duygulandırıyor. Büyüdüğünüzde, arabanızda mutlaka seccadeniz olsun veya çantanızda küçük bir tane. Namaz vakti geldiğinde seccadenizi çıkartmaktan asla utanmayın. Bu, Allah ile olan iletişiminizdir ve sakın bu iletişim kanalını kapatmayın.

Kendinize ve bedeninize saygı duyun. Başka insanlardan onay almaya ihtiyacınızın olmadığını bilin. Gerçek dostlarınız sizi ne yaparsanız yapın veya yapmayın, nasıl görünürseniz görünün, nasıl isterseniz giyinin seveceklerdir. Kendinizi sevip kabul etmeniz diğerlerinin sizi sevip kabul etmesinden çok daha önemlidir. Yaşadığım gerçeklerden ve tecrübelerimden yola çıkarak bunları söylüyorum. Yıllarımı başkalarının hayatına uyum sağlamaya çalışarak harcadım. Biliyorum, anlamıyor olabilirsiniz veya bu yaşlarda annenizin sözlerini dinlemek şu an için ‘cool’ değil, ama inşallah bir gün anlayacaksınız. Sakın kendi değerlerinizi bir başkasının onayını almak için feda etmeyin, çünkü bunu yaparsanız sonunda sadece acı ve pişmanlık yaşayacaksınız.

Hayat bir yolculuktur. Önünüzde heyecan verici ve macera dolu bir gelecek olacak. Cesaretli olun ve hata yapmaktan korkmayın. Hataların öğrenmenin bir parçası olduğunu bilin. Almanız gereken dersi alıp, kendinizi silkeleyip, yolunuzda yürümeye devam edin. Her birinizin sahip olduğu yeteneklere ne kadar inandığımı keşke kelimelerle ifade edebilseydim.

Her biriniz için sahip olduğum bütün umutları ve hayallerimi yazmak isterdim ama şimdilik affınıza sığınarak mektubuma burada son vermek istiyorum. Yapmış olduğum tüm hatalardan dolayı beni affedin. Elimden geldiğince öğreniyorum… öğrenmeye devam ediyorum. Anlayışta yavaş, kızmakta hızlı davrandığım zamanlar için beni affedin. Duyulmadığınızı, sevilmediğinizi hissettirdiğim zamanlar için beni affedin… Bilin ki sizi çok sevdim ve sevmeye devam edeceğim. Sizden şikayet edip sizi kötü ve bir yükmüşsünüz gibi hissettirdigim zamanlar için beni affedin. Siz kızlarım, bana Allah’tan birer hediyesiniz. Sizleri bu gerçekten farklı hissettirmiş olmayı bilmek içimi acıtır. Peygamber (sav) bir defasında söyle demiş, “cennette yüksek mertebede olan kimseler olacak ve o kimseler derecelerinin neden bu kadar yüksek olduğunu sorduklarında, şöyle karşılık bulacaklar: ‘çocuklarınız sizin için bağışlanma diliyordu’.”

Allah’tan benim için bağışlanma dileyin canlarım.

Her birinizi çok derinden seviyorum.

-Anneniz

(Çeviri: R. Nisa Ezber)

A Letter to My Daughters

بسم الله ألرحمن ألرحيم 

To my daughters:

My dear daughters, I am so blessed that Allah chose me to be your mother. Just thinking about it makes my heart beat fast. Of all the people in the world, He chose you all, to be with me. I have no doubt that His reasoning was far more about what I would learn from each of you, rather than about anything I could offer you girls.

You are all so very unique in your own ways. One day I will go further and compose a letter to each one of you individually, honouring those individual souls that you have. Until then my daughters, this letter is for all of you…

Your dad and I always knew we wanted many children. I know there are times that this decision meant you each had to go without. Thank you for giving something up for the sake of your siblings. Thank you for giving up your physical space. Thank you for sharing things dear to you, when you didn’t want to. Thank you for giving up more one-on-one time with your parents for the sake of your brother and sisters. I know there were days when this felt burdensome, or you wished you could be an only child.  I pray that your experience in a big family will have been the first in many lessons on how to deal with others with love and compassion. That you will have learned how to stand up for what is yours when you need to, how to compromise when it is necessary, how to share when someone has less, and how to forgive when you have been wronged. I pray that you are able to do all of these from a place of love and respect for both yourself and the other person. That somewhere instilled inside of you is the feeling that you ‘want for others, that which you want for yourself’. Take care of each other. Cherish each other. Rely on each other when days are difficult and loneliness sets in. I pray that while I am alive, you always feel you can come to me and I will accept you with open arms.  Inevitably there will be days when you will have to rely on each other. On those days, hold each other tightly.

Pursue your dreams, even when it is hard. When those dreams feel out of reach, get up and move closer to them. Nothing good comes without effort. Don’t be afraid to do the work. Never forget that seeking help from Allah is part of that. Pray, and ask from Allah… then get to work at whatever it is that motivates you. Look at the amazing role models from our past to find inspiration. I mean that seriously. There are so many strong, amazing Muslim women in our history. Read their stories. Learn their names. Find strength in their struggles and use it to write your own story. Scholars, business women, artists, doctors, athletes, inventors, writers… they are all there. Don’t let society or other’s perceptions get in the way of your pursuits. Prove people wrong, exceed expectations, get your name in the history books.

Allah tells us that The Fire has been surrounded by lusts and desires and Paradise by hardships”. Don’t get deceived or distracted by the glitter of this world. I am not saying don’t have fun, or don’t like nice things… Just don’t lose sight of the end goal. One day you will meet your Creator. Remember this every night before you go to sleep and every morning when you wake up.  Try to emulate the mothers of the believers: Khadija,  Sawda, Aisha, Hafsa, Zaynab, Umm Salamah, , Juwayriyya, Zaynab bin Jahsh, Umm Habibah, Safiyah, and Maimoona. They are some of the best examples of how we should live our lives. Two of you were named after them. The other two of you were named after women mentioned in the Quran. We gave you strong names, from strong women in history, hoping it would inspire you to become one of them.  These women were all from diverse backgrounds, but they never lost sight of Allah and faith. Work hard to avoid things that will take you away from your faith. Such things are just temporary. Choose what is forever. 

There will be times when you struggle, forget or lose sight of your goals. Times that your faith will take a dip. Know in those moments that Allah is waiting for you to call on Him. He is always waiting. You are never too far gone.

The one thing that can always be your constant is prayer. Plan your day around the prayer and not the prayer around your day. Make it a priority. Never abandon it. This is one of my sincerest prayers for you. It makes me so emotional to think that when you stand before Allah, and are asked about your prayer, you could say “I prayed each and every one!” Keep a prayer mat in your car when you get older, or something small in your purse, and never be shy to step out when the prayer time comes in. It is your connection to Allah, never let it go.

Respect yourself and your body. Know that you don’t need to seek approval from others. Your truest friends will love you no matter what you look like, wear, do or don’t do. The pursuit of self-love and acceptance is far more important than the pursuit of love from others. I am speaking from a place of truth and experience. I spent years living my life trying to fit in with others. I know you might not understand, or you might think listening to your mom isn’t “cool” right now, but inshallah one day you will. Don’t ever sacrifice your values for the approval of others, it will only lead to pain and regret.

This life is a journey. There will be so many exciting and wonderous times ahead of you. Be bold and don’t be afraid of failure.  When you do fail, know that those moments are just part of the learning process. Take the lesson, brush yourself off, and keep going. If only I could tell you how much faith I have in each of your abilities. 

I could write pages about the hopes and dreams I have for each of you. For now, I want to end by seeking your forgiveness. Forgive me for all of the mistakes I have made. I was learning as I went… I am still learning. Forgive me for all of the times I was quick to anger, and slow to understand. Forgive me for all of the times that I have and will make you feel unheard or even unloved… know that I have and always will love you. Forgive me for all of the times that you heard me complain and I made you feel like a burden. You girls are a gift from Allah. It breaks my heart to know that I may have made you feel any less than that.  The Prophet (SAW) said that there will be those in Paradise who will be raised in some degrees. The person will ask for what reason he/she is being raised. It will be said “your child is asking for forgiveness for you.”

Ask Allah for forgiveness for me dear ones.

I love each of you fiercely.

– Your Mom

Kibrit Kutusu

Müslüman olduğum ilk zamanlarda, ‘günahsız’ kalabilmek için çok dikkatliydim. Geçmiş günahlarım İslam’ı kabul ederek silinmişti.  Günahların “bu hediyeye” zarar vereceği konusunda yeterince bilinçliydim. Müslüman olarak ilk yediğim yemeği çok  iyi hatırlıyorum. Tabağımda olan hiçbir yemeği israf etmemiş, bir pirinç tanesi bile bırakmamıştım. Günah işlediğimde çok acı çekerdim. Öyle ki, üzüntüden dolayı hıçkırarak gözyaşı döker, nefesimi kontrol etmekte zorlandığım olurdu. Bir yerde, bir şekilde yaşadığım bu hisler zamanla değişti. Rabbimi üzecek şeyler yaşadığımda ne zaman ve nasıl oldu da ağlamayı bırakmıştım! Yaşadığım bu şey bana küçük bir çocuğu hatırlatıyor. Bu çocuk değişir ve büyür ama onu her gün gördüğünüzden dolayı değişimi anlayamazsınız ve bir gün baktığınızda büyümüş olduğunu fark edersiniz. Bu, bana değişimin gözlerimin önünde olduğunu ama farkına bile varamadığımı hissettiriyor.

Muhammed Ali, İslam’ı seçtikten sonra cebinde içi dolu kibrit kutusu taşırmış. Ne zaman bir günah işleyecek olsa, kutudan bir kibrit çıkarır,  onu yakar ve elinde tutarmış. Ateşi bir kaç saniyeden fazla elinde tutamayışını kendine bir hatırlatma yolu olarak seçmiş, daha bu kadar ateşe dayanamıyorken, cehennem ateşine götürebilecek bir şeyi denemeyi aklından çıkarıyormuş. Bazıları için bu çok abartı gibi görünebilir ama dürüst olmak gerekirse insana hatırlamasını sağlayan bu hissi anlayabiliyorum. Bu hatırlatma, Muhammed Ali’nin yaptığı seçimlerde bilinçli kalmasını sağlayan bir yöntemdi.

İnsan kelimesinin Arapça karşılığı ‘İnsaan’dır ve Kuran’da geçer. Enteresan tarafı ise ‘unutmak’ kelimesi ile aynı kökenden geliyor olmasıdır. Bu bir rastlantı olamaz. Allah, bizlerin unutmaya olan yatkınlığımızı gözler önüne seriyor. Buna ek olarak “Ateş, şehvet ve arzuyla; cennet ise zorluklarla çevrilidir.” (Buhari) Görünen o ki, eğer Allah’ı bilinçli olarak hatırlamazsak, kaçınılmaz surette ondan uzağa düşeriz.

Nihayetinde, zamanımı yavaş yavaş başka işlerle doldurduğumu fark ettim… dünyalık, faydasız işler. İmanıma faydası olmayan, Allah ile arama giren işler.  Bunların hepsi dikkatimi dağıtmıştı. Sadece bu değil, belki de geçmişte Allah’ı memnun edemediğim başka şeylerde olmuştu. Kendimi bu gibi boş islerle meşgul ettikçe, bu meşguliyetlerin özü beni rahatsız etmesi gerektiği halde tam tersine normalleşmeye başlamıştı.

Peygamber (sav) bizi şöyle uyardı.  “Gerçekten kullar bir günah işlediğinde, kalplerinde karanlık bir nokta oluşur.” (Tirmizi) Benim siyah noktamda büyüdükçe büyümüştü. Bunun en kötü tarafı, boş işlerim normalleşmiş ve beni dürtmez hale gelmişti. Gün geçtikçe büyüdüğünün farkında bile değildim… O kibritin ucundaki ateşi avucumda tutamamıştım.

Allah bizi ona ibadet etme güdüsüyle dolu bir fıtrat üzerine yaratmıştır. (ruhun en saf hali) Eğer bu doğal ruh durumunu korumazsak, bize rehberlik etmesinin hiçbir anlamı olmaz. Peygamber (sav) şöyle demiştir, “Allah’a onu görüyormuş gibi ibadet edin, yapamazsanız  bile bilin ki, O sizi görüyor.” Günahlarımızın küçüklüğüne değil, kime karşı günah işleyip, kime itaat etmediğimize bakmalıyız. Allah der ki “Kalpleri Allah`ı anmak hususunda katılaşmış olanların vay haline!” (Kuran 39:22)

Allah’ın beni her gün izlediğini bilerek yaşıyor muyum? Eğer Peygamber Efendimiz yanı başımda olsa davranışlarımı değiştirir miydim? Cebimde kibrit kutusu taşıyacağımı düşünmüyorum ama yanlışlarımı önemsizleştirmeyi durdurmam gerekiyor. ‘Bundan sonra hiç film izlemeyeceğim, dini temelli programlar dışında bir etkinliğe katılmayacağım’ demiyorum. Gerçekçi de olmaz.  Ama ilgilendiğim işlerin içeriği konusunda daha dikkatli ve bilinçli değerlendirme yapmam gerektiğini anlıyorum. Eğer içerik sorun değilse, önceliklerimi gözden geçireceğim. Dünyalık arzularıma harcadığım vaktin, Allah’a ayırdığım zamanın önüne geçmesine izin vermeyeceğim. Bugün telefonda bir saat harcamak ve film izlemekten önce bir sayfa Kuran okuyup okumadığımı kontrol edeceğim. Kim olduklarını dahi bilmediğim insanlarla alakalı tweetleri veya başlıkları okumadan önce benim için önemli insanlara dua edip etmediğime bakacağım.

Her işlediğim günah sonrası hıçkırarak ağlayan “eski bana” ulaşabilecek miyim bilmiyorum. Beni duygulandıran ve üzerine ağlamamı sağlayacak bir şey var. O da Allah’ın bizlere ne zaman istersek ona dönebileceğimizi tekrar tekrar söylemesi. Yapmamız gereken tek şey tövbe etmek ve o günahtan yüz çevirmektir. Ne kadar ileri gitmiş olursak olalım, Allah her zaman bizi bağışlamayı bekler. Sadece bizi affetmek için değil, bize bunu nasıl yapacağımızın yollarını sunarak bekler.

‘Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı!’ (2:286)

Allah unutabileceğimizi biliyor ve Kuran’da bize nasıl af dileyeceğimizi örneklendirirken unutup yanılacağımızı da bize bildiriyor. Bize bilerek veya bilmeyerek işlediğimiz günahlardan dolayı tövbe edebileceğimizi gösteriyor. İşin mükemmel tarafı ise, bağışlanmayı aradığında, ona yöneldiğinde o karanlık lekeler kalbimizden siliniyor ve özüne dönüş yapıyor…

Ben de o gözyaşlarımı tekrardan dökebilme ve özüme dönebilme umuduyla yaşıyorum.

(Çeviri: Nisa Ezber)

The Matchbox

When I first became Muslim, I was very protective of my new ‘sinlessness’. My past had been erased by the acceptance of Islam, and I was hyper-aware that sins would taint that gift. I very clearly remember one of the very first meals I ate as a Muslim. I made sure I cleaned my plate completely so I didn’t waste any food, not even a grain of rice.  If I sinned it was agonizing. I’m talking sobbing, can’t catch my breath because of the tears kind of agonizing. Somewhere, somehow that changed. When and how did I stop crying when I did something displeasing to my Lord? I can’t recall any specific moment or event. It reminds me of the example of a baby. Every day that baby changes and grows, but because you see him/her daily, you don’t notice the difference. Then one day you look at that child and realize he/she is grown-up. This is what it feels like, the change happened right before my eyes, and I wasn’t even aware.

I recently learned that after Muhammad Ali converted to Islam, he would carry a box of matches around in his pocket. Every time he was tempted to do a sin, he would pull out a match, burn it and hold it to his hand. It was his way of reminding himself if he couldn’t bear the heat for a mere second or two, then how would he ever risk doing something that may result in the Hellfire.  For some that probably seems extreme, but in honesty, I understand the motivation. It was his way of staying conscious of his actions.

The Arabic word for human being is “Insaan”. This is the word used in the Quran. Interestingly enough, the word has the same linguistic root ın Arabic, as the verb “to forget”. That is not a coincidence.  Allah is telling us that man’s basic tendency is “to forget”. Add that to the fact that The Fire has been surrounded by lusts and desires and Paradise by hardships” (Bukhari) and it seems inevitable that we would fall away from Allah if we are not consciously remembering Him.

In hindsight, I think I slowly I allowed my time to be filled with other things… worldly things. Spending less and less time with Allah and more time doing that were of no benefit to my faith. All of these things caused me to be distracted. Not only that, but perhaps there were times when the content of these past-times was not pleasing to Allah. The more I exposed myself to these things, the more normal they became, even to the point that content which should have made me cringe, became “normal”.

The Prophet (SAW) warned us “Verily, when the servant commits a sin, a black mark appears upon his heart.” (Tirmidhi ) Small black dots on my heart became more and more prevalent. The worst thing is, the cause of them became so normal that I became desensitized. I wasn’t even aware they were building up… I didn’t hold that match to my palm.

Allah has made us with a fitra (the pure state of the soul) that desires to worship Him. If we don’t protect the natural pure state of the soul, then guidance starts to not make sense. The Prophet (SAW) told us we must “worship Allah as if you can see him, and if you cant know that he sees you”. We can’t look at the size of our sins, and think “it’s no big deal”, but rather we should look at the One we have disobeyed. Not being conscious of our actions leads to the hardness of our heart, and Allah says “Woe to those whose hearts are hardened against the remembrance of Allah.” Qur’an (39:22).

Am I living every day knowing Allah is watching me? Would I change my behavior if the Prophet (SAW) was next to me? I don’t think I will carry a box of matches around in my pocket, but  I need to stop trivializing my actions. I’m not saying I will never watch movies, or participate in activities that are not faith-based, that isn’t realistic. What I have realized is that I need to go back and question the content. If the content is not an issue, then I need to first question my priorities. Have I spent time with Allah before I have spent time with my worldly desires? Did I read a page of Quran today before spending an hour on my phone or watching a film? Have I prayed for those who are important to me before I have read the latest tweets and headlines about people I don’t even know?

I don’t know if I will ever get back to the point where I cry after every sin I commit. The one thing that does make me emotional enough to cry from is this… Allah tells us over and over again, that we can come back to Him at any time.  All we need to do is ask for forgiveness and turn away from the sin. No matter how far gone we think we are, Allah is always waiting to forgive. Not only is He waiting to forgive, He has provided the supplications in the Quran for us.

 “Our Lord, do not impose blame upon us if we have forgotten or erred… Our Lord, and burden us not with that which we have no ability to bear. And pardon us; and forgive us; and have mercy upon us.” (2:286)

Allah knew we would forget, it is written right there in the supplication He provided. He shows us we can ask for forgiveness for the sins we commit knowingly and unknowingly. The amazing thing is, once that forgiveness is sought, those black dots are removed from our hearts, and its true nature is restored…

So maybe there is hope that I will shed those tears again after all.

BUKALEMUN

Müslüman olduktan yaklaşık bir yıl sonra, en yakın arkadaşlarımdan birisi  ziyaretime geldi. Üniversitede tanışıp, yakın arkadaş olmuştuk. Mezun olduğumuzdan ve başka bir şehre taşındığımdan beri birbirimizi görmemiştik. Mahallemizde bir kafeye kahvaltıya gelmiş ve menüden favori kahvaltılıklarımızı  seçiyorduk. Onu gördüğüm için çok mutluydum, ama o gün bana söylediklerini  asla unutamam. Son bir yıldır birbirimizin hayatında olanlar hakkında konuştuktan sonra bana şunları söyleyiverdi:

‘Bukalemun gibi olduğunu hissediyorum, her zaman bulunduğun ortama ayak uydurmak için renk değiştiriyorsun…’

Bu yorum beni çok şaşırtmıştı. En kıymetli arkadaşlarımdan ve dahası da Müslüman olduğumda beni destekleyen bir kaç dostumdan biriydi. Hayatımda çok belirgin şeyler değişmesine rağmen beni yeni hayatımla kabul edip, sevmeye devam etmişti… Yada ben öyle sanıyordum!  İslam’ı tercih etmemi samimi bulmamış mıydı acaba?

Söylediklerine cevap vermedim. 14 yıldır zaman zaman aklıma geliyor ve düşünüyorum. Birbirimizi tanıdığımız dört yıllık üniversite hayatımda, “kendimi keşfetmek” adına farklı seçimler yaptığım oldu. Gerçekten de ortama ayak uydurma konusunda iyiydim. Sporcularla spor yapar; doğa aşığı, sağlıklı beslenmeyi öncelemiş, yoga yapan kimselerle takılır; yeni nesil inziva yapanlarla zaman geçirir, kampüsteki feminist öğrenci grubunda gönüllü olarak çalışırdım. Dört yılın sonunda da, başı örtülü bir Müslüman olmuştum.

Bir çok genç, bu yaşlarda çeşitli şeyleri deneyimlemek ve kim olduklarını ‘keşfetmek’ ister. Peki benim tecrübemi eşsiz kılan neydi? Aslında arkadaşımın ‘farklı gruplara’ ayak uydurduğumu söylerken ne demek istediğini anlıyorum. Artık bana baktığında, ona çok yabancı gözüküyordum. Saçlarımı görünmez kılıyor ve vücudumu mütevazi kıyafetlerle örtüyor, alkol almıyor, bara gitmiyor, partilere katılmıyor ve domuz eti yemiyordum. Umumi yerlerde bile olsak namaz kılabilmem için yaptığımız işlere ara veriyorduk…

Yaptığım bu şeyler ona çok garip geliyordu ve bir çok açıdan hissettiği gariplik gerçekten doğruydu! Olan şu ki, Peygamberimiz (sav) şöyle diyor; ‘İslam garip olarak başladı, sonrasında başladığı gibi (bir hale) dönüşücektir.  Ne mutlu gariplere!’ (Sahih Muslim, 145) Yapmış olduğum seçim bu aslında.

Müslümanlar olarak her gün yapmış olduğumuz seçimler, garip olsa da, zor veya sıra dışı olsa da, bunların asıl sebebi Allah’ı SEÇME kararımızdandır. Hepimiz Allah’a inanma içgüdüsüyle doğduk, ama mesele bunun bir seçim doğrultusunda birey tarafından yapılmasıdır. Seçimlerimizi yaparken dikkatimizi dağıtan bir çok unsur var. Daha cazibeli, kolay veya daha eğlenceli olan tercihler. Bunların bir çoğunu deneyimlemiş birisi olarak şunu söylemeliyim: Allah’ın içimizdeki boşluğu doldurduğu gibi hiçbir şey onu dolduramıyor. Sonunda hepimiz O’na döndürüleceğiz ve ancak O’nunla kalplerimiz huzur bulacak.

Üniversite yıllarımda, ‘ asla bir bukalemun gibi ortamına ayak uydurmaya çalışan birisi olmadım. Kaybolmuştum ve gerçek kimliğimi arıyordum. Ne amaçla yaratıldığımı bulmaya çalışıyordum… KAYBOLMUŞTUM ve ÇARESİZCE  yolumu bulmak istiyordum, sadece evimin neresi olduğunu bilmiyordum!

” Ve sen kaybolmuştun, seni buldu ve yol gösterdi.” (Kuran, 93:7)

Çeviri R.Nisa Ezber

THE CHAMELEON

About a year after I became Muslim, one of my best friends had come to visit me. We had become very close in university, and I hadn’t seen her since I moved to a different city. We sat down for breakfast at a local cafe, selecting our favourite items from the menu. I was so excited to see her, but I have never forgotten what she said to me that day. After catching up about the major details we had missed out on by being apart for the last year, she said to me,

I feel like you are a chameleon, always changing your colour to fit into the environment you are in…”

The comment took me by surprise. This was one of my dearest friends, and one of my few friends who had really stuck by me when I became Muslim. She continued to love me and accept me despite so many significant changes in my life… or had she? Did she think that I was insincere in my choice to become Muslim?

I didn’t respond when she said it. Since then I have thought about it off and on for 14 years. In the four years we had got to know each other at university, I had certainly done my share of  “personal exploration”. I was indeed good at fitting-in with most crowds. I would: play sports with the jocks, hang out with the laidback nature-loving organic eating yoga practicing crowd, visit new age spiritual retreats, volunteer in the feminist student group on campus and yet at the end of those four years, I was a hijab-wearing Muslim. 

So many youth at that age experiment and want to “discover” who they really are.  What was unique about my case? In truth, I see why she felt like I was changing to blend in with a “different crowd”.  When she looked at me now, so much seemed so unfamiliar. I wore hijab and covered my body in more modest clothing, didn’t drink alcohol, didn’t go to pubs and parties, didn’t eat pork, we had to stop what we were doing even in public places so I could pray… To her, it felt very strange, but here’s the thing, in many ways it was! The Prophet Muhammed said “Islam began as something strange and will return to being strange, so give glad tidings to the strangers…” (Sahih Muslim 145)  The choice I had made… the choice we as Muslims make every single day, when we practice our faith even though it seems strange, or difficult, or unusual is in fact a decision to CHOOSE Allah. We are all born with the nature to worship Allah, the thing is we have to choose it. There are many distractions. There are many of things that seem appealing, easier, or more fun, but as someone who has experienced most of them, I can tell you, nothing will fill the void the way Allah does. In the end we all come back to Allah, and it is with Him that our hearts will find ease.

  In my university years, I wasn’t a chameleon trying to “change the skin I was in”.  I was lost and I was searching for who I really was… who I was made to be.  I was lost and I desperately wanted to be found, I just didn’t know where home was.

And He found you lost and guided you.  Quran 93:7

Wasat (Türkçe)

Öyle bir dönemdeyiz ki, yaşantımızı başkalarının sosyal kabulleri üzerine kuruyor ve aldığımız “like”ları gayretlerimizin karşılığı olarak görüyoruz. Peki başkaları ve “like”ları olmayıp, kendi başımıza kaldığımızda ne olur? Bizi onaylayacak bir kitle olmadığında, zor bir şeyi yapmamızı sağlayacak motivasyonu kendimizde bulabilir miyiz? Allah ile olan ilişkimiz, bizi zor olacak bir işi doğru yapmaya motive edecek kadar kuvvetli mi? Allah bize “… şeytanın kendisini hatırlamaktan ve kendisine ibadet etmekten alıkoyacağını” hatırlatıyor. (Kuran 5;11)

“Beş vakit namazın hepsini kılamayacağı için başlamanın bir anlamı olmadığını” ya da “Sürekli başını kapatamayacağı için hiç kapatmadığını” söyleyen arkadaşlarımla ve gençlerle sıkça karşılaşıyorum. İnsanlar, her nasıl oluyorsa,  kendilerini bir işi tamamı ile yapamayacaklarsa, o işe hiç başlamamalarının daha iyi olduğuna ikna etmişler. İnsanları hiç bir aksiyon almamanın daha iyi olduğuna ikna eden şey nedir acaba? Şeytan mı? Tembellik mi? Dini yanlış anlamak mı? Yoksa insanların yargılarından korkmak mı? Her ne sebeple olursa olsun, bu yaklaşım dinimizden gelmiyor. Peygamberimiz(SAV) “İyi işlerin güç yettiğince yapılması gerektiğini ve Allah’ın en sevdiği amelin az ama devamlı olan olduğunu” söylemiştir.(İbni Mace, 4240). Peygamberimizin örneği küçük işleri büyükçe ödüllendirmektir. Küçük ve samimi bir amel Allah ile bir bağlantı ve samimiyet kurar. Amel devam ettirildiğinde ise, yaratıcıya olan sevgi artar, hatta küçük ameller daha da büyük amellere dönüşür. Ama bunlar için, başlangıç yapmak gerekir.

Dürüst olmak gerekirse yukarıdakilerden bahsederken ben de iman konusunda harekete geçmekteki eksikliğim hakkında düşünmedim değil. İçimde bir his, yaptığım her şeyin en iyisini yapmam gerektiğini istiyor, başkalarından daha iyi olmak değil ama kendimle olan rekabetim söz konusu. Bir işe başlamaya niyet edersem, bu benim için neredeyse takıntı haline geliyor. Tüm düşüncelerimi kaplıyor ve tüm zamanımı kendimi bu işte nasıl daha iyi hale getirebileceğimi ve geliştirebileceğimi düşünerek harcıyorum. Blogdaki son paylaşımımda Müslüman olduktan sonra her şeyi olabildiğince hızlı bir şekilde öğrenmek istediğimden bahsetmiştim. Bana, ağırdan almam gerektiğinin söylenmesinden bıkmıştım. Şimdi düşünüyorum da, bu aslında benim yukarıda bahsettiğim kişiliğimin tam yansımasıymış. Uzun ve zor bir farkındalık sürecinden sonra, bu şekilde yaşamanın sürdürülebilir olmadığını anladım. Sonunda tükendiğimi fark ettim. Yaptığım planlar bozulmaya başlıyor ve istediğim sonuçlara ulaşamıyordum. Bu da kendimi çok yetersiz görmeme ve başladığım işlere ara vermeme sebep oluyordu.

Mesele dini yaşamak olduğunda bu özelliğimin daha baskın olmaya başladığını fark ettim zaman içinde. Kalbim Allah’a daha da yaklaşmak istiyor ve dini bilgi elde etmekle ilgili geniş geniş hedeflerim var. Bu hedefler hayaller gibi, ve sanki ben onlara asla ulaşamayacak gibi hissediyorum, doğal olarak pes ediyorum. Bunlar, Arapça öğrenme, Kuran’ı ezberleme, aldığım/almayı düşündüğüm kurslar için de geçerli. Bununla ilgili düşündüğümde aklıma şu hikaye geldi:

Peygamberimiz(SAV) bir gün mescide girer ve iki sütun arasında gerili bir olduğunu görür. “Bu ip nedir?” diye sorunca insanlar: “Bu ip Zeynep içindir, namaz kılarken ayakta duramayacak olursa bu ipe tutunur” derler. Peygamberimiz bunun üstüne: “Bunu kullanmayın, ipi kaldırın. Kendinizi canlı ve yapabilir hissettiğiniz zamanlarda gücünüz ölçüsünde ibadet edin. Yorulduğunuzda ise oturun” demiştir. (Sahih Buhari)

Kaldırabileceğimizden daha fazlasını taşımaya hem sürdürülebilir değil hem de gerçekçi değil. Aynı zamanda da Peygamberimizin(SAV) tavsiyesine de uygun değil. Onun tavsiyesi “ölçülü” anlamına gelen Arapça’da ‘wasat’ kelimesi olmuştur. Er-Razi wasat’ı iki uç noktaya da en uzak olan nokta olarak tanımlamıştır. Başka bir deyişle orta nokta. Şimdi anlıyorum ki, ilk Müslüman olduğumda bana ağırdan almam gerektiğini söyleyen insanların söylemeye çalıştığı şey bu olsa gerek. Herhalde onlar sonucun tükenmişlik olacağını bilecek kadar hikmet sahibiydi.

Örneğini verdiğim arkadaşlarım/gençler(harekete geçmeyenler, aksiyon almayanlar) ile benim(aşırıya gidip her şeyi yapmaya çalışan) aramda bir orta nokta, tavsiye edilen ‘wasat’ davranış. Son söz Peygamberimiz’in (SAV): “İyi amelleri uygunca, samimiyetle ve ölçülü yapın. Her zaman orta yoldan, aşırıya kaçmadan ve düzenli olarak. Böylece hedefinize ulaşacaksınız.” Sahih El-Buhari, 8;470

Güzel olan şey, her zaman kendimizi kontrol eder ve niyetlerimizi yenileyebiliriz. Allah’a ibadet etmek üzere yaratıldık. Kendi tükenmişliğimizin, eksiklerimizin ya da şeytanın vesveselerinin bu amacın önüne geçmesine izin vermemeliyiz. Kendimize ‘yapamayacağımızı, yeterince iyi olmadığımızı veya zamanın olmadığını’ söylemeyi bırakmalıyız. (Bu tavsiyeyi de önce kendime verdiğimi bilin). 

Haydi şimdi hep beraber küçük ama sürekli bir aksiyon için niyet edelim: bir vakit namaz, bir ayet öğrenmek, bizi yargılamayacağını bildiğimiz bir dostumuza başımızı kapatarak gitmek… Kendimizi aksiyon almakta zayıf gördüğümüz her ne ise, Allah bize yardım etmekte kuvvet sahibi. Şimdi önemli olan, kendimize samimi olup bugün başlangıç yapmamız.

Wasat

We live in a time where we depend on social acceptance and “likes” to validate our efforts. So what happens when we are alone with just ourselves? Can we find that motivation within ourselves to succeed when something is hard or when we don’t have an audience? Is our relationship with Allah solid and strong enough to motivate us to do what is right even though it may be difficult?  Allah warns us that Shaytan lays in wait and wants to “…avert you from the remembrance of Allah and from prayer.” (Quran 5:91)

I’ve had conversations with friends and youth who have told me “I can’t pray all five prayers so I don’t see the point in even starting” or, “I can’t see myself wearing hijab fulltime so might as well not wear it at all.”  Somehow they have convinced themselves that if something can’t be done 100% it isn’t worth even starting. What is it that has convinced them that to do nothing is the best course of action? Is it Shaytan? Their own laziness? A lack of understanding of our faith? Fear about the judgement of others? This mentality is not from our religion. The Prophet (SAW) said,  “Take up good deeds only as much as you are able, for the best deeds are those done regularly even if they are few.”(Sunan Ibn Mājah 4240) The example of the Prophet is that small actions are highly rewarded. That a small sincere action will create a connection and sincerity with Allah that if we continue to act upon it, our love of the Creator will increase, and eventually those small actions will turn into bigger actions. First however, we must at least start.

While I mention the above, I wouldn’t be honest if I didn’t think about my own lack of action when it comes to faith. There is this part of my personality that wants to be the best in everything I do. Not necessarily better than others, the competition is within myself. If I take interest in something it almost becomes an obsession. It takes over my thoughts and I spend all of my time thinking about how to be better or improve myself in whatever “it” is. In my last post I mentioned that when I became Muslim I wanted to learn everything as fast as I could and as quickly as possible. I hated being told to “take it easy”. In hindsight I can see this was just one more example of the aforementioned part of my personality in full force.  The slow and difficult realization I have been making, is that living this way isn’t sustainable. Eventually, I just burn out. The plans I make begin to fail, or I cannot achieve the desired outcome, and the result is major feelings of inadequacy and quitting what I have started.

Over the years, I have seen this part of my personality become more and more prevalent when it comes to how I practice my faith. My heart wants to come closer to Allah and I have all of these lofty goals about my pursuit of knowledge, but the dreams feel like I can or will never reach them, so I just give up.  This has been the case regarding my memorization of Quran, learning of Arabic and finishing courses I have taken or considered taking. When I reflect on this, I am reminded of this story.

The Prophet (SAW) once entered the mosque and saw a rope hanging between its two pillars. He said, “ What is this rope?” the people said, “This rope is for Zainab. When she feels tired, she holds it (to keep standing for the prayer.)” The Prophet said, “Don’t use it. Remove the rope. You should pray as long as you feel active, and when you get tired, sit down.” Sahih Bukhari

Placing burdens and expectations on myself more than I can sustain is not only unrealistic, but it isn’t based on the practice or advice of our prophet (SAW). His advice is always “moderation”, or in Arabic, “wasat”. Ar-Razi explains wasat as being the furthest point between two extremes. In other words, the middle point.  In hindsight, perhaps this is what those people were trying to hint to me when they were telling me that I should “take it easy” when I first became Muslim. Perhaps they had the wisdom to know that eventually it would lead to burnout.

Between the example of my friends/youth (not even starting an action) and myself (taking on too much to the point of failure) there is wasat, the middle point, the recommended course of action. The Prophet (SAW) said “Do good deeds properly, sincerely and moderately.  Always adopt a middle, moderate, regular course, whereby you will reach your target.” – Sahih Al-Bukhari, V. 8, Hadith 470

The great thing is, we can always renew our intention and correct course.  We were created to worship our Creator. We must not allow our own frustrations, inadequacies, or the deception of the Shaytan to take us away from that. Stop telling yourself you can’t do it, or you aren’t good enough, or that you don’t have time. (Know I giving this advice to myself first). Make the intention right now to do something small, but consistent. Start with one prayer, memorize one verse, try to wear hijab while visiting a trusted friend… whatever your area of weakness is, know Allah is strong enough to help you overcome it. Most importantly, be sincere in your intention, and start today.

Thrown a Lifeline (Turkçe)

Bana sık sık sorulan sorudur, müslüman olmamı sağlayan şey neydi? Bu ‘’bir şey’’ beni Islamın hakikat olduğuna beni ikna etmişti. Dürüst olmak gerekirse, çok fazla tesadüf, düşüncelerimi kurcalayan sohbetler, inanılmaz insanlar ve karşılık bulmuş yalvarışlar vardı. Bu aklımda dönüp duran ve görmezden gelemediğim ‘bir şey’ Kuran’dı.

Bir Hristiyan olarak bana öğretilen şey Tanrı’nın kendi sözlerini koruyup, muhafaza edeceğiydi.(Psalms 12:7) İslamı daha fazla öğrenmeye başladıkça, Kuran’ın diğer peygamberlere verilen mesajların nasıl devamı olduğunu ve gerçekten bu mesajın korunduğunu öğrendim. 1400 yıldan fazladır değiştirilmemişti ve hala öz dilinde bulunabiliyordu. Dünya çapında milyonların hafızasına işlemiş bu kitap tahrip edilse bile, mesaj yaşamaya devam edecektir. Bu bana inkar edilemez bir kanıt haline geldi. Tanrı’nın sözünün alameti. Bu farkındalık ile eğer Kuran’ı hakikat olarak kabul edersem, içinde yazan emirlere uymam gerektiğini biliyordum. ‘Sadece inanıyorum’ diyip hiçbir şey değişmeden öylece kalmayı istemedim.

Eğer Tanrı’nın sözünü tüm insanlık için muhafaza ettiğine inandıysam, onun evrensel bir mesaj olduğuna ve ona sadık kalmam gerektiğine de inanmalıydım. Tanrı’nın buyrukları, her ne kadar bazı emirler zorlayıcı gözüksede, dinin gereklerine göre yaşamak istedim. Bazı zorlukların canımı yakmadığını veya kaldırılabilir olduğunu söylersem yalan söylemiş olurum, (Bunların bazılarından gelecekte bahsedeceğim) ama bilgiye açtım. Müslüman olduktan sonra, öğrenebildiğim kadar öğrenmeyi elimden geldiğince en hızlı bir şekilde ve tutkuyla istiyordum. Diğer müslümanlar ‘ağırdan al’ mam gerektiğini söylediklerinde üzülüyordum. 22 yaşında anasınıfına giden biri gibi hissediyordum, oysa ki istediğim tek şey bu zamana kadar eksik olan şeyleri tamamlamaktı. Yüce hedeflerim ve elimde çokça zamanım vardı. Kendimi sohbetlere, derslere, kitaplara ve diğer kaynaklara gömmüştüm. Kendime gelecekte iyi bir müslüman nasıl olunur öğrenmek ve bu hedefe ulaşmak için sözler verdim ve sonrasında başıma gelen hayat oldu.

Evlilik, üniversitenin son yılları, çocuklar, okyanuslar ötesine taşınmak, daha fazla çocuk sahibi olmak… Sorumluluklarım dramatik bir şekilde artmıştı. Kanada’da, düzenli buluşmaların, konferansların, derslerin, sistematik çalışmaların olduğu aile dostu toplumsal camiler tarafından destekleniyor ve eğitiliyordum. Türkiye’ye geldikten sonra, yalnızlık, dili konuşamamak (çalışma grubu bulmuş olsam bile), aile dostu olmayan camiler (yani çok az sayıda aile dostu olan cami var) ve nereye gidersem gideyim yapmaya çalıştığım şeyi yanımdan ayıramayacağım çocuklara yapmaya çalışmak.

Yavaş yavaş inancım diplere gömüldü.Uzun bir süre görmezden gelmeye çalıştım. Kendime çocuk büyütmeninde bir ibadet şekli olduğunu hatırlatmaya çalıştım. Sonunda onlara sunduğum islami öğretilerin azaldığını farkettim, zaten boş bir kaseden bir derya nasıl akabilirdi?

Kuran’da en sevdiğim ayetlerden biri şudur.(3:103) ‘ ve yine ateş çukurunun tam kıyısında bulunuyorken, sizi ona düşmekten O korudu.’ Her zaman bu ayetin benim için yazıldığını hissetmişimdir… ‘Benim ayetim.’ Kaybolmuştum ve Tanrı beni kurtardı. Beni gördü ve kurtardı ama özellikle geçtiğimiz yıl kendimi bu hediyeyi neden israf ettiğimi düşünmekten geri alamadım. Tanrı için ne yapıyordum? Hevesli, bilginin peşi sıra koşan ben çok uzaklara gitmişti artık. İçimde çok büyük bir boşluk, imanımda hayal edilemez bir düşüş ve bunun için bir çözüm yolu bulamayış vardı. İnsanlara hangi derslere gittiklerini soruyor ama kayıt olmak ve bir kaç derse katılıp bırakmaktan başka bir şey yapmıyordum. Onlara ne kitaplar okuduklarını soruyor ama asla onları okumuyordum. Hiçbir şey işe yaramıyordu ve dürüst olmam gerekirse sorunun gerçekten ne olduğunu farkedene kadar da hiçbir şeyde işe yaramadı.

Farketmiş olduğunuz kadarıyla, en sevdiğim ayet şöyle devam ediyor… ‘ ve Allah’ın ipine sımsıkı tutunun.’ (3:103) Bazı alimler ‘ip’ olarak kastedilen şeyin Tanrı’nın sözü olan Kuran olduğunu söylüyorlardı.

Kendimi çok kaybettiğim, nereye doğru bir istikamet tutmam gerektiğini bilmediğim veya ‘o eski hissi’ nasıl geri kazanacağımı kestiremediğim zamanlarda bile, en belirgin çözümü görmeden diğer çözüm yollarında elime hiçbir şey geçmeden yürüdüm durdum. Kendimi düzeltmemde beni cesaretlendirecek, bana öğretecek veya beni motive edecek birilerini beklemeye devam ettim. Oysa ki bütün cevaplar karşımda duruyordu. Tanrı ‘ seni kurtardım, bir hayat çizgisine bıraktım, şimdi onu kullanmanın zamanı diyordu.’

Elde edilen bilgiler ışığında, islamın başarılı alimleri öğrencilerine her zaman Kuran’ın öncelik olduğunu söylerler. Derler ki, ilk olarak Tanrı’nın kitabını öğren, O’nu anla ve sonra dinin diğer ilimlerine geçiş yap. Toplumumuzun liderlerini de bu standartlara göre seçiyor olduğumuzdan, bunun önemini varın siz düşünün. Tanrı’nın sözünün bilgisine sahip olan kimseleri seçiyoruz.Bir yerlerde odağımı ve iyi olan muhakeme gücümü kaybetmiştim. Kuran’ı hayatımın önceliği yapmamıştım. Kitabı ingilizce okuma konusunda henüz kararsızken, arapçası içime işlemiyor, kalbimi ürpertmiyordu. Yavaş yavaş son yıllarda biten derslerimin ardından imanımın zayıfladığını ve Tanrı’ya karşı uzaklaştığımı hissediyordum.

Yalnız hissettikçe yalnızlaşıyordum ve O’nunla olan ilişkimi neden değiştiremiyorum diye sürekli kendimi sorguluyordum. Benim sorunum neydi? Fakat bazen yalnız hissettiğinde, kendine şunu hatırlatmalısın ‘Tanrı etrafında olan herkesi gönderdi ve böylece sadece O ve sen varsın.’ (Rumi) Ona giden bütün çözüm yollarına bakmıştım ama en belirgin olanı gözden kaçırmıştım. Yalnız hissetmiştim ama Tanrı bir söz vermişti, ‘ Bana bir adım gelene, ben 10 adım gelirim. Bana yürüyerek gelene, ben koşarak gelirim.’ (Sahih Muslim) Hayat çizgim oradaydı… Yapmam gereken şey sadece bir adım atmaktı.

*İbrahimi inanç sistemine mensup olan, Arap dili kullananlar , Yahudiler ve Hristiyanlar için ‘Allah’ kelimesinin anlamı ‘Tanrı’ dır. Bu paylaşımımda genel olarak ‘Tanrı’ kelimesini kullandım. Kullanılan terimler değiştirilebilir ve gelecek paylaşımlarda kullanılabilir.

(Çeviri: Rumeysa Ezber)

Thrown a lifeline.

I’m often asked what it was that made me become Muslim. That “one thing” that really convinced me that Islam was truth. Honestly there were many incidents and thought provoking conversations, incredible people and answered supplications. The one thing that does stick out in my mind as a proof that I couldn’t ignore, was the Quran.

As a Christian, I was taught that God promises to protect and preserve His word (Psalms 12:7). The more I began to learn about Islam, I learned how the Quran was a continuation of the message given to previous prophets, and that this message was indeed protected. It had been unchanged for 1400+ years, still found in its original language. It had been committed to memory by millions worldwide so even if the physical copies were destroyed, the message would survive. This became an undeniable proof for me. A manifestation of God’s promise. With this realization, I knew that if I accepted the Quran as truth, then I had to follow the commandments written inside. I didn’t want to “just believe” and then change nothing. If I trusted that God preserved His word for all mankind, then I had to believe it was a timeless message that needed to be adhered to. I wanted to live in accordance with the religion, the requests of God, no matter how challenging some of them seemed. I would be lying if I didn’t say that sometimes those challenges hurt, or felt insurmountable (I will talk more about some of these in the future). But I was thirsty for knowledge. Once I became Muslim, I wanted so badly to learn as much as I could, as fast as I could learn it. I used to get upset when other Muslims would tell me that I should “take it slowly”. I felt like I was going to kindergarten at 22 years old, so all I wanted was to catch up. I had lofty goals, and plenty of time on my hands. I buried myself in lectures, courses, books, and gatherings. I made promises to myself regarding what I intended to learn and achieve as a Muslim in the future. Then life happened.

Marriage, final years of university, children, a move overseas, more children… my responsibilities increased dramatically. In Canada I had been nurtured and supported by an active community of family-friendly mosques, regular meet-ups, conferences, courses and regular study. Once in Turkey, I was alone, couldn’t speak the language (even if I could find a study group), mosques were not family-focused (to say the very least), and anywhere I went I was trying to do to it with multiple kids in tow. Gradually, my faith took a steep dive. For a long time I tried to ignore it. I tried to remind myself that raising children was an act of worship. Soon however, it became clear I was offering them less and less regarding Islamic teaching. After all, how can you pour from an empty cup?

My favourite verse in the Quran is 3:103 ” And you were on the edge of a pit of fire, and He saved you from it.” I have always felt this verse was written for me…”my verse”. I was so lost and God saved me. He saw me and saved me, but this last year in particular, I couldn’t help but wonder if I had been squandering this gift. What was I doing for God? The eager, knowledge seeker I once was was gone. I felt a major void, a horrible low in my faith, but couldn’t find a solution. I began to ask others what courses they were taking, only to sign-up and never finish them. What books people were reading, only to never read them. Nothing was working, and honestly it wasn’t until recently that I realized what the problem was. You see, my favourite verse, continues… “And hold firmly to the rope of Allah*… 3:103” Some scholars are of the opinion here that the “rope” is referring to the Quran, the Word of God. In my moments of feeling so lost, not knowing where to turn, or how to get “that feeling” back, I looked for every possible solution except the most obvious one. I kept waiting for someone to help motivate me, or teach me… to encourage me or fix me. The whole time the answer was right there. God was saying “I saved you, I threw you a life line, now use it.”

In the pursuit of knowledge, the great scholars of Islam always tell students, that Quran must come first. Learn the book of God first, understand it, and then move on to other sciences of the religion. It is of such significance, it is part of the standard of how we choose leaders in our communities. We choose based on a person’s knowledge of the Word of God. Somewhere I lost my focus, and my better judgement. I didn’t make Quran priority. When I approached it in Arabic I felt like it wasn’t penetrating my heart, yet my reading of it in English was inconsistent. Gradually over the course of the last few years, I felt so distant from faith and from God. I felt alone and lonely, wondering why I couldn’t change my relationship with Him. What was wrong with me? But sometimes when you feel alone, you just need to “remind yourself that God has sent everyone else away, so that there is only you and Him.” (Rumi) I looked for every kind of solution to come back to Him except the most obvious one. I felt alone, but God promises us, “come close to me by the length of a hand, and I will draw close to [you] the length of an arm… come to me walking, I will come to [you] running.” (Sahih Muslim) My lifeline was there… I just needed to reach out my hand.

*Arabic-speakers of all Abrahamic faiths, including Christians and Jews, use the word “Allah” to mean “God”. In this post I have mainly used “God”. The terms are interchangeable, and will be used as such in future posts